Sevgili kardeşim
Belki aylardır eşin hapiste ve çocuklarına hem analık hem babalık yapıyorsun.Belki hem annesi hem babası içerde olan birisi olarak kardeşlerine sen bakıyorsun. Belki aylarca zindanda kalıp tahliye olduktan sonra eşine çocuğuna kavuşmanın mutluluğunu tadamadan zindandaki dostlarını düşünüp onlara ağlıyorsun. Belki de işkence gördükten sonra felç olan,malına mülküne el konan ağabeyine şimdi bir tas çorba içiriyorsun.
Sevgili kardeşim ,yiğit abim ve ablam …
Kimsin,neredesin,ne yapıyorsun bilmiyorum ama zannediyorum ki yıllardır okuduğumuz kavramları şimdi en güzel sen anlıyorsun. Çile kelime olmaktan çıktı lugatinde ,hafakan -dert-ızdırap mücessem bir hâl oldu gözlerinde. Vefa ,gurbet, hasret şimdi bambaşka bir renge büründü gözlerinde.
Sırtında çantan bir nehrin ucunda geriye doğduğun ülkeye bir yabancı gibi bakarak, ıslanmış üstüne, titreyen dizlerine, omuzunda ağlayan oğluna, mecali kalmamış eşinin kucağındaki bebeğine aldırmadan …Suyun bir tarafından ülkene bakarak :
“Elveda gençliğimi,gecelerimi ve gündüzlerimi verdiğim
Elveda günler boyu üzerine titrediğim
Elveda bana ve dostlarıma en büyük zulmü,işkenceyi,vefasızlığı yapan memleketim ” diyorsun.
Annenin cenazesine gidemeyen , babasına son vazifesini yapamayan muhacir kardeşim! Ağlıyor,ağlıyor,ağlıyor ve ellerini semaya kaldırarak geceleri “Allahım sen biliyorsun,halimiz sana ayan” diyorsun.
Kimseye göstermiyorsun ağladığını. Pare pare yanan ciğerinle için için kahroluyorsun. Ama ne olur abim,ablam,gencecik civanım üzülme…
Zira Hz Musa Allah’a bir ilticasinda:
“- Yâ Rab! Seni nerede arayayım?” dediğinde
Allâh (c.c.)
“- Beni, kalbi kırıkların yanında ara.” Diyordu.
Sevgili Kardeşim. Biliyorum ağır hakaretler işittin,işitiyorsun.Küfürlere maruz kaldın.Evine,işine,malına,mülküne el koydu haydutlar.Seni iyi tanımasına rağmen sessiz kaldı dost görünümlü bukalemunlar…Üzülme ne olur üzülme…Allah kalbi kırıklarla beraberim demiyor mu?
Bak Mevlana mesnevisinde sana özdeş bir kıssa anlatıyor dinle:
Bir gemide bir derviş vardı. Yükü ve eşyası yoktu. İyi huylarından, mertlik ve insanlıktan bir yastığa dayanmıştı. Gemi suların üzerinde akıp giderken bir ara gemide bir kese altın kayboldu. Derviş ise o sırada uyumuştu. Herkesi aradılar, bulamadılar; biri de o dervişi gösterdi. Ve:
“- Şu uyuyan fakiri arayalım.” dedi.
Para sahibi, derdinden dolayı yok yere onu uyandırdı. O mâsum dervişe itham dolu bakışlarla:
“- Bu gemide bir kese altın kayboldu. Herkesi aradık; bulamadık. Sıra sende! Hırkanı çıkar, soyun da, halkın şüphesi kalmasın.” dedi.
Derviş:
“Ya Rabbî! Mâsum kulunu suçlu buluyorlar, hâlimi sana arzediyorum!” diye Hakk’a iltica etti.
Gemidekiler dervişin gönlünü kırıcı davranmışlardı. O temiz gönlün sahibi, yâni Hak Teâlâ ise, onun kırılmasına râzı olmadığından balıklara emretti ve o anda denizin her tarafından sayısız balık başını çıkardı. Her birinin ağzında çok kıymetli iri bir inci vardı. Her birinin ağzında bir inci vardı ama ne inci… O incilerden her biri bir memleket geliri değerinde idi. Allâh tarafından lutfediliyordu. Kimsenin o incilerde hakkı yoktu.
Derviş balıkların ağzından birkaç inci alıp geminin ortasına attı. Kendisi de sıçrayıp havada iskemleye oturur gibi oturdu. Padişahların tahtlarına oturdukları gibi bağdaş kurmuş, havada duruyordu. Gemi de onun önünde gitmede idi. Gemidekilere seslenerek dedi ki:
“Haydi gidin; gemi sizin olsun Hak benim olsun! O, ne beni hırsızlıkla suçlar, ne de beni kusurlarımı açığa vuran birisinin eline bırakır…
Gökhan Bozkuş
post hakkında tartışma