Kuşlar cıvıldıyor, kanat çırparak gökyüzü tuvalinde kayboluyordu.
Göğün tam karşısında ve altındaydım.
Yanımda da kutu kutu boyalar dizilmişti.
Elimi herhangi birine daldırdım.
Elimi çektiğimdeyse parmaklarımın arasından sızan renk mavi oldu.
Meriç’e sürdüm onu.
Dağılan boyanın bir parçası yanağıma damladı.
Elimi çok açık sarı renge batırdım.
Islaklık tenimi rahatsız ederken onuda Meriç’e bulaştırdım
Lakin çokta belli olmuyordu; olmasını kim istemezdi ki?
Sonra pembe renge daldırdım elimi.
O çizdiğim çizgileri kuşatacak şekilde bir daire çizdim.
Üzerine saydam bir boyayı boca ettim. O da yüzüme damladı.
Aslında tüm renkler tek tek akıyordu üzerimize
Son bir renk kalmıştı onu önüme çektim.
Kutunun içinde dalgalanan rengin bir kısmı taştı, ayaklarımın ucuna aktı.
Kuşlar kayboldukları beyaz gökten tekrar geri döndü.
Tuvalimde dans ederken kuşlar, önümdeki ağır kutuyu kaldırdım.
İçindeki renk yine dalgalandı. Boyayı tuvale doğru ittim.
Tuvalim artık kirlenmişti. O kadar kirliydi ki beyazım; beyaz demeye şahit arardım.
Gri?
Evet, griydi bu.
Tüm renklerimizin üzerine sıvanmıştı.
Kuşlar serçeler tek tek kıyıya vurmaya başladı.
Her birinin gagasından acı bir ses çıkmaktaydı.
Bir tanesi tam ayaklarımın önüne düştü. Rengi kara değildi.
Maviydi, pembeydi,sarıydı,saydamdı en çokta beyazdı.
Başımın üstündeki yer akmaya başladı.
Düşen tüm renkler bir insan oldu.
Omuzlarımdaki ağırlıkla dizlerimin üzerine düştüm.
Işığım kısıldı, önüme kayalar dikilmiş bir sahil çıktı.
Dalgalanıyordu.
Bilinmezlikten kopup gelen bir saatin çanı çaldı.
Biri öne atıldı ağlayarak, suyun altındaki çürük botu alabora olmuştu.
Başını o suların içerisine soktu.
Elimi kaldırdım göğe engel olmak için.
Ne yapıyordu?
Ayakları çırpınmaya başladı.
Sonra sarı bir toz yüzüme döküldü.
Ardından nefesi kopuk biri boşluğa tutunarak ağladı.
Küçük bir çocuk saatin tik taklarına eş vakitte koşarak başını o suların dolaştığı ipe geçirdi.
Neden konuşamıyordum?
Niçin birileri durdurmuyordu?
Mavi bir toz uçuşurken feryat ettim.
Suların tik takları sesimi susturmak için daha da bağırdı.
Ve bir kez daha yeni bir idamın ulağı çan çaldı.
Bu son olmalıydı.
Son.
Birini daha kaybedemezdik.
Bir bedenden bir ruhu daha yeni çektiğini belli edercesine sular dalgalandı.
Üzerindeki Meriç urganıyla, kıyı arasına doğru ağ kurdu.
Küçüğüm dayandığı o
göremediğim şeyle infazını gerçekleştirmek üzere teslim oldu suya.
Her adımıyla bedenine bir yerlerden çizik atılıyordu.
Kim atıyordu bilinmez lakin o yere ulaştığında kanayan yaralarıyla gittikçe ufaldı.
Ayağa kalktım, ona doğru koştum.
Her adımım da küçülen bedenin, bir yere savrulan, pembe bir toza dönüşmeye başlayan o çocuğa ulaşamıyordum.
Birine çarptım. O göremediğim şeye sımsıkı tutundum fakat avuçlarımın arasında erimeye başladı.
Çığlık attım.
Etraf parça parça üzerime parçalanmaya başladı.
Rüyadaydım. Hayır, bir kabus.
Uyanmak istiyordum.
Uyan.
Nefessizlik ciğerlerimi büzüyordu, nefes almak istiyordum.
Halbuki nefes alabiliyordum.
Oradaki küçük Esad’ın susmaları kulaklarımı tırmalıyordu.
Olamaz.
Lütfen uyan.
Ayılamadım ve tüm olanlar gözümün önünde tekrardan canlandı.
Baban seni kucağına mı almıştı, kulağına “Geçti,” mi diyordu.
Annenin bağırtılarını duyuyor muydun?
Korku sarmıştı bedenini, güven dolu göğsüne çekemedi son kez
Başına öpücük konduramadı,
“Dünyalar yakışıklım, şışşt”diye fısıldayamadı.
Bir anneden duyulması gereken sözleri bir babadan duyulan solukları işitemedin mi ?
Eğer gidersen her şey daha mı güzel olurdu
Susturuyordu seni sular.
Halbuki çok yorgundu bu küçük bedenin
Ebedi bir uykuya muhtaç mıydın?
Renklerini tek tek kayıp mı ediyordun?
Yarının olmamasından elem mi duyuyordun her gece.
Kelimeler tek tek sulardan aşağıya düştü.
Beyaz bir kağıdın Meriç sularıyla kirlenen mürekkebi oldu.
Parmaklarım bu kalemi parmaklarımın arasına nasıl aldı.
Rüzgar suyun kokusunu içeriye yayarken boyum kısaldı, hıçkırıklarım kesilmedi.
Sadece senin için ağlarken kulağına fısıldadım.
“O var . Her şeye rağmen.” O var
Yanaklarımdan süzülen yaş zehir oldu.
İki küçük kardeşin bulundu Esat…
Anneciğinde…
İçten içe çökerken o lanet su aldı götürdü seni.
Baban eline aldığı üç melekle başını oradan geçirdi…
Ah Meriç! kanlı Meriç!
O babanın Esat adında küçük bir çocuğu vardı…
FİRDEVS ÇETİN
post hakkında tartışma