Birkaç ay önceydi.
“Biz İyi İnsanlardık. Vallahi billahi zararımız olmadı kimseye. Biz size ne yaptık? ”
Bu sözler bir sabah karşıma çıktığında ve kelimeleri teker teker okuduğumda her harfte beliren damlaları, her hecede gürleyen çağlayanları, her kelimede coşan ahları ve feryatları duymamak, anlamamak için kalpsiz olmak gerekirdi. Evlatları ile başbaşa kalmış , toplum tarafından öteki ilan edilmiş, dışlanmış, hor görülmüş bir annenin sitemleriydi bu ifadeler. Suçsuz yere zindana atılan eşinin ardından kendisine hem anne hem baba rolü verilmiş olan annelerimizden birinin sitemleriydi bunlar.
Evet sade kelimlerden ibaret birkaç cümleydi belki de. Ama kalpleri olanların , benzer acıları yaşamış olanların , zulümle hayatı bitmiş bitirilmiş olanların sehl-i mümteni’ce sızmış sadırdan südur eden satırlarıydı onlar.
Biz size ne yaptık ifadesi o günden sonra pelesenk oldu dilime.
Her vefatı girerken siteye , fotoğraflar haykırdılar adeta bu cümleyi. Beş yüzden fazla can… Beş yüzden fazla, birbirinden değerli , her birisinin hikayesi bambaşka özel, güzel insan adeta fotoğrafları ile haykırdılar bu ifadeyi…
Geride kalanların fotoğraflarını ekliyoruz bazen siteye. (Bitenhayatlar.com) Kimi tabut başında elleri kelepçeli. Kimi toprağa sarılmış yüreği dağlanmış, kimi beş altı yaşlarında ve kadraja bakıyor derin derin… Her birisi sesleniyor ;kulağı, kalbi ,gözü ,dili olmayanlara…
Biz size ne yaptık?
Mukaddes hüznü ilmek ilmek bir dantelaya örgüleyen bu çağın müstesna ruhları… Tanıştım bazılarıyla. Hikayelerini dinledim. Notlar aldım. Sesleri telefondan değil de adeta başka cihazlardan mesafeleri aşarak dokundu rikkatime.
Annem, babam diye başlıyordu cümleler ve sonrasında tarifi hazin ifadeler… Okurken eğer kalbiniz varsa tutamayacaksınız gözyaşlarınızı ve yazının ilk cümlelerini anımsayacaksınız….
Biz size ne yaptık?
“Eve geldik. Ortanca kızımın morali pek iyi değildi. Ona dedi ki, hazırlan seni döner yemeye götüreceğim. Kendisi tıraşını oldu. Banyoya girmek için hazırlandı. O anda bana seslendi. Bir baktım yere yığılmış. Bilinç yok. Kızımla banyonun dışına çıkardık. Evde yalnızız. Kimseyi tanımıyoruz. Dil bilmiyoruz.Apartmanları dolaştım. Kimse yok. Kızım bir saate yakın ağız ve kalp masajı yaptı. Ben de şuursuzca aynı Hz. Hacer gibi oradan oraya deli gibi koşturuyorum. Küçük kızım kanepelerden atlıyor. Ne olur baba ölme! Apartmanın altı doldu insan. Ben balkonda ambulans ambulans diyorum. Sonra abiler geldi. Eşimin kalbi durmuştu. Ben çaresizliğin dibine kadar vurmuş, gurbette çınarımı kaybetmiş, Atina yıkılmış, altında kalmış, kısaca kıyametim kopmuştu. Halil Bey’i ambulansa bindirdiler. Götürdüler. Ama ben iyileşecek gelecek diye bekliyorum. Sonra beni götürdüler. Ve o sözü, dünyayı başıma yıkan, benim yarımı öldüren, Halilin öldü lafını duyunca tek şey düşündüm. Ölmeyi.Ama ölemezdim. Çünkü ben bir anneydim. Kalbim parça parça Türkiye’deki oğlumu düşündüm. Evdeki kızlarımı gariplerimi düşündüm. Ben onlara nasıl babanız öldü diyecektim. O anda Hz. Meryem gibi “Keşke unutulsaydım, keşke hiç doğmasaydım, bir daha adımı kimse anmasaydı, kaybolup gitseydim.” sözünü söyledim.”
………..
“En çok görmek istediği şey ; yavrularının muratlarına gurbette olan düğünlerine katılamamış, çoğu anne gibi allı duvaklı evden gelin edememiş, bunun üzüntüsünden hasta olmuş,5 yıl onların yollarını gözlemiş ve onlarla vuslata eremeden, son kez sarılamadan bu dünyadan ayrılmış.. En zor zamanlarda akrabaları, öz kardeşleri, yıllardır tanıdığı, sevdiği komsuları, arkadaşları tarafından bir anda terörist diye dışlanmış,Eşi hapisteyken evdeki evlatlarına hem annelik hem babalık yapmış, Hiç bıkmadan usanmadan her hafta eşini görüşlerde yalnız bırakmayıp çok yol gitmiş- gelmiş,Son nefesine kadar Allah’ın rızasını kazanmak için insanlığın iyiliği için uğraşmış, koşturmuş kendi gibi kalbi de güzel olan insan… “
……
““Dünya tatlısı iki kızımı defnetmek çok acıydı. Annemi aynı anda kaybetmek. Eşimi, çocuklarımı emanet ettiğim kayınpederimin aynı kazada vefat etmesi beni bir boşluğa düşürmedi değil. Ama isyan etmedim. Ne gelirse cana sefa, lütfun da hoş, kahrın da hoş sözleri döküldü dilimden. Af diledim Rabbimden, hayat arkadaşımı bana yaren olarak bıraktığı için şükrettim O’na. Dünyada acıların en büyüğünün evlat acısı olduğunu söylerlerdi, yakinen anladım.”
……
“Bizim eski evimize de gelmişler. Kapıları kırmışlar. Beni ve eşimi arıyorlarmış. Biz yeni taşındığımızdan ikametgahı almamıştık. Eşim bizden ayrıldı. Gaybubet yapmaya başladı. Her eve geldiğinde onu biraz daha çökmüş görüyordum. 15 kilo verdi. Sanki 10 yaş yaşlanmıştı. Elleri egzama olmuş, parmaklarından kan geliyordu. Ama doktora gidemiyorduk. “
…..
Kardeşimle beraber sırt sırta vermiş oturuyorduk teknede. Karanlıktı ama biz aydınlık günler görmek için yola gidiyorduk. Kardeşim içten içe seviniyordu Yunan karasularında… Fakat beş saniyelik bir olay ve yok onlar. Denizden çıktım göremedim onu. Mustafa, Mustafa… diye seslendim, son seslenişimdi ona… ve duymadı beni. Mühendis olmak istiyordu o, olamadı. 11 yaşında günahsız bir şekilde gitti. Allah onu pis bir dünyaya, zalimlerle dolu bir dünyaya vermedi. Ben Mustafama üzülmekten anneme ve anneanneme fazla üzülemedim. Hayat enerjimdi o benim, her şeyimdi. O bana kızıyordur belki şu an üzülüyorum diye. Mükemmel bir insandı, bir kere bile yalan söylediğini duymadım. Allah onu cennetine koysun.
…..
Mide bulantılarım hala devam ediyordu, cezaevinin yemeklerini yiyemiyordum. Dilekçeler yazdım, durumumu belirttim, hiçbir şekilde geri dönülmedi savcılıktan. İki kilo verdim, 63 kiloya düştüm.Tutuklandığımın haftası bebeğimin sağlığından endişe ettiğim için perşembe revire çıkarıldım. Cuma kontrole götürüldüm. Kontrolde iki tane kalp atışı duydum. Orada bebeklerimin ikiz olduğunu öğrendim, çok mutlu oldum.17 haftalık olduklarından hareket ettiklerini hissettim. Çok güzel bir duyguydu. Canım mandalina çekiyordu, kantin formuna 4-5 kere yazdım, gelmedi. Onun yerine limon yiyordum. 4 Ekim’de kontrole götürüldüm. Birkaç gündür anormallikler hissediyordum. İçim huzursuzdu. Hareketlerini birkaç kez hissettim, sonra hissetmedim. Ultrasona koyulduğumda hareketlerini en son ne zaman hissettiğimi sordu doktor. Birkaç gün olduğunu söyledim. İkisi de eks olmuş, dedi. Şok oldum ağlayamadım bile.Cezaevinde ikiz olduğunu öğrendiğim bebeklerimi bir ay sonra cezaevinde kaybettim. Doktor almamız gerekiyor, dedi. Ben bir yanlışlık vardır, belki yaşıyorlardır, dedim
….
Minik Erva :
“Hayır, ben biliyorum annem öldü, arabadan indim, her yer karanlıktı, annemi buldum, ağzından kan geliyordu.”
….
“Eşimin gözünün ucunda bir gözyaşı duruyordu. Aktı, akacak… Ne desem ağlayacak. İzin vermedim o gözyaşının akmasına, yüzüne süzülmesine… Onu ağlatmayacak şeyler söyledim. Herkesin onu merak ettiğini, çok düşündüğünü, çok dua ettiğini söyledim. O 40 dakika, o halet-i ruhiye ile geçti.”
….
“Sezeryanla kıyaslanamayacak kadar az olsa da ağrılar canımı sıkıyor. Babaannem rahmetlinin dediği gibi “Allah insanı bedeninden geri koymasın”.Üzülme lütfen, bunun için yazmıyorum, sana nazlanmayı seviyorum, keşke şefkatli kollarının arasına sığınsam ve hep orada kalabilseydim. Heyhat! Ya Muğis eğisna! diyor ve Rabbime iltica ediyorum.… dün sabah huzursuzdum. (Muallakta olan şeyden hoşlanmam biliyorsun.) Ne zaman çıkacağım, böyle ne kadar bekleyeceğim derken sanırım hastaneden çıkıp eve gideceğimi sanıyordum ki çıkışta seni gönderip beni kelepçelerle zinnetlendirip o çirkin araca bindirdiklerinde gerçek yüzüme tokat gibi çarptı.”
Eşim diyordu, çok acılar çekti ama son nefesine kadar şikayet etmedi bir başka dert konağı…
Kızımın kime ne zararı olabilirdi, öğrencilerine aşık fedakar bir melekti; diyordu dertli bir anne ve ardından elhamdülillahlar… Ve ardından tarifi imkansız mukaddes duruşlar…
Biz size ne yaptık. Vallahi billahi iyi insanlardık…
Gökhan Bozkuş
post hakkında tartışma