“Hicret’e gidenler geri dönmemek için gittiler. Biz de buraya geri dönmemek için geldik. Ölürsem beni buraya gömün. Dirimi istemeyenlere ölümü de vermeyin.” demişti bir kahvaltı sofrasında.
Tam iki yıl oldu bugün, bir yiğit daha göçeli şu üç günlük dünyadan.
O yiğidin adı Birol Dikyurt’tu. İki sene önce hasta yatağında “Hizmet Hizmet” diyerek ruhunun ufkuna yürümüştü.
Dokuz aylık bir birlikteliğimiz olmuştu ama sanki yıllardır tanıyordum onu. Derin izler bırakmıştı bende.
Hizmet insanı nasıl olmalı diye sorulsa, sorunun karşılığı muhakkak ki Birol Dikyurt olurdu. İşte böyle bir yiğit geldi geçti hayatımdan.
8 Eylül 2017 tarihinde bir hastane odasında kansere yenik düşmüş olsa da geride adını tarihe belki altın harflerle geçecek bir hizmet insanı olarak yazdırdı. Bu satırları da bir vefa olsun diye yazmak geçti içimden.
Türkiye’de yaşanan o sıkıntılı süreçten ilk etkilenenlerin başında geliyordu. Birol abi.
Fakir bir ailede yetişmişti. Bir yandan yıllarca esnaflık yapmış, bir yandan da talebe okutmuş yüce yaratıcının rızasını kazanmak için hep hizmet etmişti. Sahabenin yolunda gitmenin bir bedeli olacaktı elbette.
Bütün mal varlığına daha darbeden önce el konulmuştu. Kendisine teklif edilen milletvekilliği makamını bile hizmetine engel olmaması için elinin tersiyle itmişti. Bu yiğit adam, bir gece canından çok sevdiği ülkesinden çıkmak zorunda kalmıştı. Zaten kader hep böyle tekrarlamıyor mu sanki yaşananları.
İlk durak olarak Afrika’nın incilerinden Ruanda’ya hicret eden Birol abi çok geçmeden orda çok güzel dostluklar edinir. Hatta o kadar güzel bir temsil örneği sergiler ki, kısa süre de yetkili makamlar tarafından en başarılı yabancı işadamı olarak seçilir ve hediyesini alır. Bir gün beraber otururken bana; “Orada inci gibi değerli kardeşlerimiz vardı. Hepsini bırakıp gelmek zorunda kaldım buraya” demişti. Bu aslında öylesine söylenen bir cümle değildi.O kadar samimiyet, o kadar içtenlikle söylemişti ki hayretimi gizleyememiştim. Hastalığını öğrenmesiyle tedavi imkanı olmadığı için Ruanda’dan Almanya’ya gelmişti.
Almanya’ya geldiği ilk günden, ebedi istirahat edeceği kabrine indirildiği ana kadar hep beraber olmamız bana yeryüzünde belki de verilen en büyük nimetlerden biriydi.
İlk tetkikler ve teşhisler yapılmıştı hastanede…Doktorlar türünün en kötü huylu tümörüne yakalandığını söylemişti yüzüne…Onun ise ilk söylediği cümlenin “Elhamdulillah” olduğunu hiç unutamıyorum ve unutacağımı da sanmıyorum. İnsan biraz olsa dahi üzülmez mi be abi biraz olsun ; “Ne yapacaz” demez mi? Demedi; ne o gün ne de daha sonra…
Aynı odada beraber kaldıkları 80 yaşında Rabenau isminde bir Alman arkadaş edinmişti hemen. Sanki yıllardır varolan bir dostlukları var gibiydi. Halbuki tanışalı daha bir hafta olmamıştı. O kadar samimi olmuşlardı ki Rabenau amca taburcu olduktan sonra bile devamlı ziyaretine geliyordu. Birgün Rabenau amcaya nasıl anlaşıyorsunuz diye sorduğumda bana; “Birol ile aramızda bir gönül dili var.” demişti. Demek ki o gönüle ben sahip değildim be Birol abi. O gönül değil miydi sana o tevekkülü, o ihlası veren. O gönül değilmiydi sana; “Ya Rabbi şu millete iman nasip et.” diye geceler boyu dua dua yalvartan.
Ameliyat kararı çıkmıştı.Doktorlar kendisine masadan kalkma ihtimalinin çok az olduğunu kalksa bile eskisi gibi yürüyemeyeceğini söylediklerinde yüzüme bakmış; “Kader be Adem hoca vuslat bu şekilde ise biz razıyız.” dediğinde kalkıp odadan çıkmak, avazım çıktığım kadar bağırmak geldi içimden. Bu nasıl bir tevekküldü, bu nasıl bir samimiyetti, bu nasıl bir bağlılıktı, inanın anlamak mümkün değil.
Ameliyat saati gelip çatmıştı. Birol abi iki rekat namazını kıldı ve uğruna hayatını feda edebileceği İlahi Kelamı okuyarak gitti ameliyata. Yaklaşık 7 saat süren ameliyat ve 4 günlük yoğun bakımın ardından karşılaştık kendisiyle… Hâla dudaklarından aynı İlahi Kelam dökülüyordu.
Ameliyattan sonra bütün doktorları bile şaşırtan bir hale geldi. 4 gün sonra ayaklandı ve yürümeye başladı Birol abi. “Hizmet beklemez Adem hoca. Hadi Rabenauya ziyarete gidelim.” dediğinde nasılda gülüyordu gözlerinin içi anlatamam. Bir ay sonra hastaneden taburcu oldu ve evimizi şereflendirdi. Geceler boyunca teheccütte döktüğün gözyaşlarını unutamıyorum hiç. Sana bu zulmü reva görenlere bile dua edişini kim, nasıl, ne ile izah edebilir. Kim hangi sönük cümlelerle ifade edebilir.
Çok geçmeden nükseden tümör ile bir gece tekrar hastaneye kaldırmıştık. Bu sefer hastane odasında kendisi de biliyordu vuslata az kaldığını. Ziyaretine gelenlere her cümlesinde aynı şeyi tekrarlıyordu. “Abilerimiz hizmetten dur olmasınlar.” Kendine ziyarete gelinmesini bile hizmete engel olarak gören bir kahramandın sen Birol abi. O kadar beklentisiz ve bir o kadarda adanmıştın sen. Ve dokuz ayın sonunda dudaklarında dua dua yalvarırken teslim etti ruhunu Rahman’a. Bir abide şahsiyet gibi yürümüştü ruhunun ufkuna.
“Hicret’e gidenler geri dönmemek için gittiler. Biz de buraya geri dönmemek için geldik. Ölürsem beni buraya gömün. Dirimi istemeyenlere ölümü de vermeyin.” demişti bir kahvaltı sofrasında. Ve öyle de oldu Almanya’ya bir Hicret kahramanı olarak defnedildi. Camide cenazesini yıkamaya bile izin vermeyen bir zihniyet vardı karşımızda. Cenaze namazını bile kıldıramayız dediler o talihsizler. Rabenau amcanın referansıyla bir kilisede kılındı Cenaze Namazı ve kilisenin müslüman mezarlığına defnedildi. Kader bu şerefi bile nasip etmemişti o talihsizlere. Elbet bir gün hesabının verileceğini bilerek sabrediyoruz bunlara.
Hayatının sonunda bile “Bir yiğit vardı gömdüler şu karşı bayıra…” diyen asrın sahibinin sözüne sadık kalarak gömüldü Birol abi. Ve geride sahabe misali yaşanılan bir hayat bıraktı. Ruhun şad olsun güzel insan…
Yazar: Adem Dumlu
post hakkında tartışma