Bu yazı geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden, 29 yaşındaki Danıştay Tetkik Hakimi Mehmet Tosun için bir meslektaşı tarafından kaleme alınmıştır.
Henüz otuzuna varmamıştı. Hayatının baharındaydı. O yaştaki herkes gibi onun da geleceğe dönük planları vardı…
2014 yılı yaz aylarıydı. Bir türlü geçmek bilmeyen öksürük ve yüksek ateş üzerine hastaneye gitti. Kendisini yorgun ve bitkin hissediyordu. Yapılan tetkik ve tahliller sonucu akciğerlerinde önemli sorunlar tespit edildi. Hastalığı ilerlemiş, bağışıklık sistemi çökmek üzereydi. Hastaneye yatırdılar…
Bekardı. Hastanede kendisine bakabilecek durumu yoktu. Köyden annesi geldi. Başında refakatçi olarak bekledi. Oğlunun üzerine titrerdi… Ne zorluklarla okutmuştu onu… Oğlu üzülsün istemezdi. O görmeden, başucunda gizlice ağlardı…
Babası kamyon şoförüydü. Hayatın zorluklarını yaşamıştı. Kendi çektiklerini çekmesin diye, oğlu okusun istedi. Oğlu okudu. Onları hayal kırıklığına uğratmadı…
Ateşini düşüremiyorlardı bir türlü. Oysa kendisi 80 kilodan 45’e düşmüştü! Günden güne eriyordu. Çevresinde sevilen biriydi. Herkes durumuna üzülmüştü…
Uzunca bir süre hastanede kaldı. Neyse ki durumu az da olsa kontrol altına alınabilmişti. Haftanın 2 günü hastaneye gelmek kaydıyla, taburcu ettiler…
Bağışıklık sistemindeki sorun nedeniyle sürekli steril ortamda bulunması gerekiyordu. Oksijen cihazına bağlı olarak yaşamını sürdürebilirdi. Tedavi süreci sıkıntılı ve masraflı olmuştu… Daha uzun süre devam etmeliydi. İlaçları pahalıydı… Ailesi olmasa hastane masraflarını bile zor karşılardı.
Kendisini biraz iyi hissedince görevine başladı. Yoğun bir işi vardı. Mesai arkadaşları, yükünü almaya gayret ettiler. Durumuna rağmen özveri ile çalışması takdir toplardı… Bu arada hastalığı da olumlu bir seyre girmiş, evlilik planları yapıyordu…
Tam bu sırada müessif 15 Temmuz Darbe girişimi oldu! Kendisi ile hiçbir ilgisi olmayan bir olayın hayatında yeni kırılmalara neden olabileceğini nerden bilebilirdi ki!
Hastalıktan yakasını tam olarak kurtaramadan şimdi de başka bir sayfa açılıyordu hayatında… Bir yargıcın, hem de canı ile boğuşan bir yargıcın darbe girişimi ile ne ilgisi olabilirdi?
15 Temmuz öncesi Danıştay Tetkik Hakimi olarak görev yapmaktaydı… Darbe girişimden kısa süre sonra binlerce meslektaşı gibi, HSYK tarafından bir gecede görevinden uzaklaştırıldı… Halbuki Anayasa’nın 159. Maddesinde Hakimlerin suç işlemesi halinde nasıl yargılanabilecekleri düzenlenmişti. Bu usule uyulmadı…
Görevden uzaklaştırıldığı gün hakkında Cumhuriyet Savcılığı tarafından gözaltı kararı verildi. Sabahın köründe Polisler evini bastı. Hastalığına aldırmaksızın kollarına kelepçe takıp götürdüler.
OHAL KHK’si ile 24 saat olan gözaltı süresi 30 güne çıkartıldığı için. uzunca bir süre gözaltında tutuldu. Halbuki o, oksijen cihazına bağlanmalı, ilaçlarını almalıydı. Ama kimselere anlatamadı hastalığını, dinletemedi… Çünkü o, darbeci terörist olmakla suçlanıyordu!
Sorgusunda, üniversite hazırlık kursuna gidip gitmediği, öğrenciliğinde nerde kaldığı, HSYK seçimlerinde bağımsız adayları destekleyip desteklemediği gibi darbeyle terörle hiç ilgisi olmayan tuhaf sorular soruldu! Elbette bir delil ortaya konulmadı… Konulması da mümkün değildi.
Savunmasında, 2802 Sayılı Yasanın 88. maddesini hatırlattı. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali dışında, Hakimler hakkında yakalama kararı verilemeyeceğini, arama yapılamayacağını, sorguya çekilemeyeceğini anlattı. Evinden alındığını, her hangi bir suçunun veya bir suç üstü halinin bulunmadığını izah etti etmesine de memlekette hukuk kalmadığı için usule ilişkin itirazlarına aldıran olmadı… Sonunda hastalığını ve tedavi sürecini anlattı. Raporlarını sundu. Adli kontrolle serbest bırakılmıştı.
Tutuklanmadığına sevinmeli miydi, bilemedi… Zira bir çok meslektaşı, darbeye karıştığı söylenen askerlerden bile daha önce, delilsiz olarak tutuklanmıştı!. Terörist muamelesi görmek ağırına gidiyordu. Bunu hiç bir zaman gururuna yediremedi. Hem kendine hem de tanıdığı meslektaşlarına üzülüyordu…
İhraç kararına karşı yapmış olduğu yeniden inceleme talebi, HSYK tarafından Kasım ayında reddedildi. Oysa yanlışlığın düzeleceğine inanıyordu. Suçu yoktu. Kararda kendisiyle ilgili en ufak bir gerekçe bulunmuyordu. Büyük haksızlığı kendisine yediremiyordu. Ümidi kırılmıştı…
Bin bir emekle okulunu bitirmiş, mesleğini eline almıştı. Önce hastalık nedeni ile sağlığı bozulmuş, şimdi de haksız olarak mesleği elinden alınıyordu…
Henüz ihraç kararı kesinleşmeden alması gereken aylığı ve Sosyal Güvenlik hakkı iptal edilmişti. Sağlık güvencesi kalmamıştı. Oysa tedavisinin devam etmesi gerekiyordu…
Yapılanlar hukuka aykırıydı. Başvurularından olumlu bir sonuç alamadı.. İşin üzerine çok fazla gidemedi, çünkü bir yandan da tutuklanma endişesi taşıyordu… Ülkede işleyen normal bir hukuk düzenin kalmadığının farkındaydı…
Hastalığıyla zaten yeterince üzdüğünü düşündüğü ailesini, üzüntülü görünerek ikinci kez üzmek istemiyordu…Derdini içine atmaktan başka çaresi yoktu. Bağışıklık sistemi bu kadar üzüntüyü kaldıramazdı.
Kimselere sesini duyuramadı. Üzüntüleri birikti birikti, ağır ağır yoruldu kalbi.
Ve geçtiğimiz gün; O yargıç..
Muğlalı garip bir ananın, çilekeş bir babanın oğlu…
Geride evliliğinin henüz başında, gözü yaşlı bir eş bırakarak…
Öldü… Evvelsi gün; gömüldü!..
Hukuksuzca ölüme mahkum ettiler onu!..
Hukuka ihaneti gördük.
Cinayeti gördük!
“HSYK ve diğerleri… Ordaydılar…”
Ey hukuk cinayetlerinin aveneleri!
Bununla birlikte zerre kadar üzülmediğinizi biliyoruz.
Gün gelecek o toprağın altına siz de uzanacaksınız…
Burada yakanıza yapışıp, işlediğiniz cinayetin hesabının soracak biz varsak, Mahşer meydanında da hayatının baharında toprağa düşmüş bir Yargıcı bekliyor bulacaksınız!..
*
Not: Bu yazı, yakalandığı kanser hastalığı yüzünden iki kez ağır beyin ameliyatı geçirmiş olmasına rağmen, hayati tehlike içinde, 8 aydır cezaevinde tutulan, eski Ankara Başsavcısı İbrahim Ethem Kuriş’e ithaf edilmiştir.
Hâkim Mehmet Tosun’un vefatından ibret alınarak bir an önce tahliye edilmez ise göz göre göre bir hukuk cinayeti daha işlenmiş olacaktır! Sebep olanlar yakalarını kurtaramazlar…
post hakkında tartışma