‘Tutuklu eşime, ‘kendine iyi bak, pes etme, isyan etme’ dedim’
İki küçük kızını, babasını ve kayınvalidesini cezaevi ziyareti dönüşü meydana gelen kazada kaybeden Hatice Civelek, annesi ve kız kardeşiyle paylaştığı evin bir odasındaki hasta yatağında zorlanarak doğruluyor. Vitrini ve duvarları süsleyen ‘mesut anlar galerisi’nin yanındaki masadan uzandığı küçük kavanozu alıyor ve kapağını açıyor:
‘SAÇIM SAÇIN OLSUNA BAĞIŞLAMIŞTIK’
Çocuklarımın ilklerini saklamayı severim. Kızımın ilk kestirdiği saçı… İlk defteri, ilk battaniyesi, ilk bayramlığı… hepsi duruyor. Kıyafetlerini ihtiyacı olanlara verdim ama bunları hâlâ saklıyorum. Kazanın ardından babası cenazeden sonra yaralı olarak kaldırıldığım hastaneye geldiğinde getirdi bu turuncu tokayı. Saçlarını ‘saçım saçın olsun’a bağışlamıştık, o yüzden oldukça kısa kestirdik ki uzun saç bağışlayabilelim. Saçları iki tarafına bağlamıştım bu tokalarla, kızımın saçından çıkarmışlar vefatından sonra, eşime vermişler. Eşim de birini kendine saklamış birini de hastanede bana getirdi. Ona, “Kendine iyi bak, üzülme, pes etme, isyan etme.” dedim. “Tamam” dedi. Ayrıldık, yüz yüze bir daha iki ay sonra görüştük.
Yüzünde hüzünlü bir tebessüm beliriyor Hatice öğretmenin. “Ben de saçının yanına koydum ki hatıra işte…” diyor: Tabii unutmak mümkün değil ki hatırlatacak bir şey olsun. En azından kendileri olmasa da bir parçalarının varlığı insana kendini iyi hissettiriyor…
‘BABAMIN TEK DERDİ BİZİ OKUTMAKTI’
1986 yılında Bolu’da doğdu Hatice Civelek. İlkokul, ortaokul ve liseyi Düzce’de okudu. Babası bir imamdı. “Hep bu evde yaşadık.” diyor: Burada büyüdüm, buradan gelin olarak gittim, şimdi yine buraya döndüm!
Dört kız kardeşin ikincisi Hatice öğretmen. Ablası çocuk gelişimi öğretmeni, kardeşlerinden biri ilahiyat okuyor, en küçükleri ise hemşirelik… “Babamın tek derdi bizi okutmaktı.” derken, özlemle anıyor çocukluk ve ilk gençlik günlerini:
‘CENAZESİ ŞEHİT CENAZESİ GİBİYDİ’
“Herkes tarafından sevilen biriydi babam. O da en çok bizi severdi… Evlatları arasında ayırım yapmazdı. Fakat, ‘O daha çok abdestine namazına dikkat ediyor, çok Kuran okuyor.’ diye beni biraz daha sevdiğini söylerdi.
Ben bulunamadım ama cenazesi şehit cenazesi gibiydi; Düzce’de bir imamın cenazesi hiç bu kadar kalabalık olmadı dedi hazır bulunanlar. Muhteşem bir babaydı…
‘SUÇU NE, SUÇU NE…’
Eşim için, ‘Suçu olmasa bu kadar içeride kalmazdı’ diyenler de gelmiş cenazeye. ‘Suçu ne, suçu ne’ diye üzüntüden bayılanlar olmuş. Ama kendimizi anlatmak, derdimizi anlatmak zor. İkna kabiliyetim yüksektir ama bir yerden sonra ben de bıraktım anlatmayı…
İyi ve mutlu bir hayatım oldu diyen Hatice Civelek, 1999 Düzce depreminde kentteymiş. “Bir yakınımı kaybetmedim.” derken ekliyor: “Evet, uzun zamandır bir yakınımı kaybetmemiştim.”
Eşi Enes Evren Civelek ise Karadenizli, Rize’de dünyaya gelmiş. Türkçe öğretmenliği okumuş. 1999 yılında Gazi Üniversitesini kazanmış. Sonra tekrar sınava girmiş ve Ereğli’de Türkçe öğretmenliği bölümünü kazanmış.
Tanışmaları ile ilgili olarak, “Yollarımız Ereğli’de kesişti. Ben son sınıftaydım, o derslerini bitirmeye çalışıyordu. Beni bir arkadaşı bir konuşma yaparken görmüş. Enes Bey’e yakıştırmış. Görüştük, sonrası kolay olmadı…” diyor.
Öğretmen adayı Hatice Civelek, 2008 yılının Temmuz ayında mezun olduğunda müstakbel eşinin birkaç dersi varmış. Sonra Ankara Gazi Üniversitesinden af çıkınca apar topar 9 aylık bir süre için Ankara’ya gitmiş: “Mezun olayım, Ereğli’ye döneriz.” demiş. Derken eski arkadaşlarından biri ile karşılaşınca Beypazarı’nın yolunu tutmuş.
Fakat öncesindeki süreç kolay olmamış hiç: 28 Nisan 2008’de tanıştık. İki hafta sonra arkadaşlarıyla beni Düzce’ye istemeye geldi Enes Bey. Babam, “Kızım daha küçük” diye vermedi. Gittiler neyse…
Babam bir gün izin almak için Diyanet’e gidiyor; malum imam. Orada üç imamla konuşuyor. Söz dönüp dolaşıp çocuklarına geliyor. Biri, “Bizim kızı istemeye geldiler, vermedim, kaçtı” diyor. Diğeri, “Bizim kızın sevgilisi varmış, intihar etti.” diyor, öteki ise başka bir olay anlatıyor. Babam, kendi kendine, “Meğer kızlar ne hale gelmiş, benim kızım da böyle şeyler yapar mı acaba!” diye içinden geçiriyor.
Tabii o sırada Ereğli’ye geliyor, Enes Bey’i araştırıyor, mahalleye, arkadaşlarına soruyor önce. Sonra kendisini buluyor.
“Ben baştan hayır dedim ama araştırdım, iyi çocuk. Evlenebilirsiniz.” dedi. Kendimi aynı yılın 31 Mayıs’ında nişanda buldum. 11 Temmuz’da da evlendik. Düzce’de kına yaptım, düğünü Ereğli’de yaptık. Deniz kenarında güzel bir yerdi. Pek düğün dernek sevmem ama güzeldi…
‘KADİR GECESİ DOĞMUŞSUNUZ’
Evlilik hayatının kendisi için yeni bir başlangıç olduğunu söyleyen Hatice Civelek, “Çok şanslısın, Kadir Gecesi doğmuşsun, Enes melek gibi bir insandır.” diyorlardı.
Benim önümde babam gibi bir örnek vardı. Sabah erkenden kalkar, sobayı yakar, kahvaltıyı hazırlar, okula getirip götürür… Arada da vazifelerini ihmal etmezdi.
Eşim çok iyi bir insan ama pek göremezdik. Sabah erkenden gider, gece geç vakitlere kadar çalışırdı. Ailemiz için koşuştururdu. Hafta sonları pikniğe gitmeyi, mangal yakmayı severdi. Parka, sahile giderdik..
‘AKLI ERİNCE DARBECİ KENAN EVREN’İN İSMİNİ REDDETTİ’
Arkadaşları ve ailesi arasında Enes diye anılan fakat kimliğinde Evren olan isminin de ilginç bir öyküsü var Evren Civelek’in. 9 Kasım 1981 günü Evren Civelek doğduğunda babası Mahmut Civelek vatani görevini er olarak yapıyormuş. Er mektupları okunduğu için durumdan haberdar olan komutanları hem müjde vermişler hem de sormuşlar: Oğluna ne ad vereceksin?
Rize’de Atatürkçü kimliği ile tanınan, müzisyen olarak adını duyuran ama Zabıta olarak hayatını kazanan baba Civelek, “Komutanım 10 Kasım Atamızın vefat yıl dönümü. 9 Kasım’da ise oğlum dünyaya gelmiş. Doğuş koyacağım adını.” demiş.
Komutanları, “Doğuş diye isim mi olur, çocuğunun adını ya Kenan ya Evren koyacaksın, istersen Kenan Evren de koyabilirsin.” deyince Evren’de karar kılmış ve mektupla Rize’deki ailesine bildirmiş er Mahmut Civelek. Ama içine de hiç sinmemiş. Ama komutanına verdiği sözden de caymamak için bir yıl sonra geldiği askerlik görevinden sonra nüfus müdürlüğünde oğlunun adını Evren yazdırmış.
Fakat Evren biraz büyüyüp olan bitenin farkına varınca isminden rahatsız olmuş. Tatillerde Kur’an kursuna giderken mahallenin hocasına açmış konuyu. O da, “Senin hal ve tavırların Enes bin Malik’e çok benziyor, seni Enes diye çağıralım.” demiş.
Derken önce arkadaşları, sonra ailesi Enes olarak hitap etmişler hep. Fakat ilk gençliğinde bile bir darbeci generalin isminden rahatsız olan Enes Evren Civelek mahkemeye çıktığında, “kod adı kullanıyordu, o da Enes”ti denilince ne söyleyeceğini bilememiş.
‘KAÇ ÇOCUĞUN VAR, DEDİKLERİNDE SINIFIMDAKİ ÇOCUKLARI DA SÖYLERDİM’
Hatice ve Enes Evren Civelek çiftinin ilk çocukları 2010 yılının 23 Temmuz’unda dünyaya gelmiş. Doğumdan bir yıl sonra 2011 yılında KPSS’ye hazırlanmış, sınavı kazanmış ve İstanbul Samandıra’ya sınıf öğretmeni olarak atanmış. 5 sene yaptığı öğretmenliği unutamıyor. 2016 yılının 23 Temmuz’unda ise önce açığa alınmış, 1 Eylül’deki 672 no’lu ilk KHK ile de ihraç edilmiş.
“Kaç çocuğun var?” dediklerinde kendi çocuklarına sınıf mevcudunu katıp öyle söylediğini belirten Hatice öğretmen şunları söylüyor:
Bana rızkın elinden gitti diyorlardı. Rızkı Allah verir. Ama insanın öğrencilerinden ayrılması zor oluyor. Onlara faydalı olma, bir şey verme imkânın elinden alınıyor. Bazen aklıma geliyordu, “Biz atıldık, acaba çocuklarım, öğrencilerim sağda solda duyduklarına kanar mı, suizanda bulunur mu?” diye… Şükür olmadı. Öğrenciler gibi veliler de çok üzüldü. “Size haksızlık yapıldı.” dediler.
Çocukları çok sevdiğini, erken evlenmesinin sebebinin de erken yaşta anne olmak olduğunu ifade eden Hatice öğretmen, “İkinci kızım da 2015 yılının 15 Ocak’ında dünyaya geldi. Prematüre doğdu. 31 haftalık! İki hafta sonra karne verecektim. Bazı sağlık sorunlarını hissediyordum ama, “Öğrencilerimin karnesini vereyim ondan sonra doktora giderim.” diyordum. Ertesi gün doğuma gittim. Betül dünyaya geldi.
‘NAİME’M BABASINA ÇOK DÜŞKÜNDÜ’
15-20 gün yoğun bakımda kaldı yavrum. Ciğerleri gelişmemişti. Sonrasında da rüzgar esse hastalanırdı. Hava makinesi kullanıyordu. Hep hastaydı Betül…
Çocukların sorumluluğu daha çok bendeydi. Eşim çok yoruluyordu. Tutuklanmadan önce son günlerinde daha çok vakit ayırıyordu çocuklarına. Naime’yi daha çok bu dönemde tanıdı. Naime’m büyüdü, tavrı-tarzı oldu o hapisteyken. Olgunlaştı. Diğeri küçüktü ama Naime’m babasını çok severdi.
‘EVE GÖZALTI İÇİN GELEN POLİSLER İYİ İNSANLARDI’
İlk kez gözaltına alındığında evde telefon tamirciliği yapıyordu. Sonra Milli Eğitim’de ücretli din kültürü dersleri öğretmenliği yaptı devlet okulunda.
Eve gözaltı için geldiklerinde polisler bile Naime’nin yüzüne yansıyan tedirginliği anladı, “Babanın tamirci arkadaşıyız. Tamir edilecek telefonlarımız var, baktırıp getireceğiz geri.” dediler. Ama o tabletini de alınca şaşırdı, “Tablet bozuk değil!” dedi. “Hırsız girmiş, açıp iyice içine bakacağız ve vereceğiz.” dedi polisler. İyi insanlardı.
‘ÖĞRETMENİM, BANA BİR DİLEK YETER, BABAM GELSİN’
Ama babası gelmiyordu. Yokluk göstermedik ama. Okula gidiyor. İlk ramazan iftarı vardı. Öğretmeni ağlayarak yanıma geldi: “Sınıfta sordum üç dileğiniz olsa ne isterdiniz?” diye. Naime’m, “Öğretmenim, benim için bir dilek yeter, babam gelsin başka bir şey istemem.” demiş. Çok içliydi kızım, çok duygusaldı.
‘ALNIM SECDEYE NE ZAMAN DEĞECEK, ONU SORACAĞIM DOKTORA…’
Hayatı son bir kaç yılda tamamen değişen KHK’lı öğretmen Hatice Civelek, çocuklarının hatırası, babasının özlemi ve eşinin hasretiyle günlerini geçiriyor. Eşine verilen orantısız cezanın düzeltileceğini ve her şeye sil baştan başlayacağını söylüyor. “Genelde bu tür kazalar felçle sonuçlanıyormuş. Çok ucuz kurtulmuşum.” derken namazlarda secde edememekten şikayet ediyor: “Yatarak kılıyordum, şimdi sandalyede oturarak kılıyorum namazlarımı. Ağır geliyor secde edememek. Alnım secdeye ne zaman değecek? Doktora tekrar gittiğimde ilk soracağım soru bu olacak.
‘KUR’AN ŞİFA OLSUN!’
Eşi de adaletin tecelli etmesini beklerken yaşanan kazadan sonra çocukları, annesi ve kayınpederi için hatim indirmeye başlamış. “Kuran okumayı çok sever. Kazadan sonra on cüzüm kaldı, dedi. İlaçları ağır, çok uyutuyor. Yanındaki arkadaşı beş vakit namaza bile zor kaldırıyormuş. “Kuran şifa olsun istiyorum, okudukça rahatlasın…”
‘Çocuklarımın mezarından önce cezaevine eşimi ziyarete gittim’
İki küçük kızını, babasını ve kayınvalidesini cezaevi ziyareti dönüşü meydana gelen kazada kaybetti Hatice Civelek. Bir insanın yaşayabileceği en büyük acılara maruz kaldı ama sabrını, metaneti yitirmedi. Hayatta kalanlara, en başta da 25 yıl 6 ay hapis cezası alan tutuklu eşine, yaşadığı acılar sonrası ruh sağlığı bozulan eşine destek olmaya çalıştı. Ve sadece kendisinin sağ çıktığı o kazadan iki ay sonra açık görüşte eşi Enes Evren Civelek’le yüz yüze görüştü. Çocuklarını, yakınlarını kaybeden bir çift olarak ilk kez görüştüler… Hatice öğretmen o görüşmeyi, kazadan sonra yaşadıklarını, eşini Kronos’a anlattı.
Civelek ailesini 7 Aralık 2018’ye kadar akrabaları ve arkadaşları dışında kimse tanımıyordu. O gün yaşanan feci kaza ile milyonlarca insan ailenin dramını öğrendi. Enes Evren Civelek (37), darbe girişimi öncesinde bir süre evde telefon tamiriyle ilgilenmiş, girişim sonrasında da Milli Eğitim’de din kültürü öğretmenliği yapmıştı. Önce mesleğinden edildi, ardından da Gülen cemaatine yönelik soruşturmalar çerçevesinde tutuklanarak hapse atıldı.
Eşi gibi öğretmen olan Hatice Civelek (33) de işini kaybetmişti. Hatice Öğretmen, Kırıkkale Keskin Cezaevi’nde yatan eşini ziyaret edebilmek için iki kızı ve ailesiyle açık görüşleri kaçırmamaya çalışıyordu. O ziyaretlerden birinden Düzce’ye dönerken, 7 Aralık’ta feci bir trafik kazası geçirdiler. Kazada Hatice Civelek ağır yaralanırken, kızları Naime (9) ve Betül (4), kayınvalidesi Havva Civelek ile babası Emin Balıkçı hayatını kaybetti.
Kazanın ardından Civelek’e Düzce’de çocuklarının, Rize’de annesinin cenazesine katılması ve Ankara’daki eşini hastanede ziyaret etmesi için toplam iki gün izin verildi. 28 Ocak’ta Ankara 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada ise 25 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
EŞİNİN KARAR DURUŞMASINA GİDEMEDİ
Hatice Öğretmen geçirdiği ağır ameliyat ve yaralarına rağmen eşinin karar duruşmasında mahkemede olmak istiyordu. Sağlık durumundan dolayı duruşma salonunda olamadı. Eşi Enes Evren Civelek, yaşadığı 4 kaybın etkisiyle bunalıma girmiş, karar duruşmasından önce Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edilmişti. Fakat hastaneye hiç götürülmedi.
Duruşmada sargılar içindeki eşini karşısında göre Enes Evren Civelek adeta şok olmuştu. Hatta korkmuştu. Hatice Hanım, “Normal şartlarda benim iyi olmadığımı biliyordu. Şaşırdı tabii ki… Ameliyatlıyım. Sırtımda platin, vücudumda korseyle yapabildim ziyareti,” diyor.
Hatice Civelek, kararın ardından, 8 Şubat’ta ilk kez görüşe gitmiş. Eşini bir kez daha karşısında göre Enes Evren Civelek paniğe kapılmış. İlk sözü de, “Neden geldin, ya sana da bir şey olursa… Keşke gelmeseydin!” olmuş. “Benim için endişe ediyordu,” diyen Hatice öğretmen, “Geldim bir kere, başka şeylerden konuşalım” dediğini anlatıyor:
“Ağır sakinleştirici ilaçlar aldığı için dikkatini toplamakta zorlanıyordu, sürekli etrafına bakıyordu, dalıp gidiyordu… Bir ara kız kardeşim, ‘Enes Abi -ailesi, yakınları ve arkadaşları öyle hitap ediyordu- bir yerde televizyon var da biz mi görmüyoruz, nereye bakıyorsun’ diye takıldı.”
BU SEFER BABA DOSTU GÖTÜRDÜ
Hatice Civelek 8 Şubat 2019’taki açık görüşe kız kardeşi ile birlikte gitti. İki ay önce ziyaret yolunda kaybettiği babasının vefalı bir arkadaşı cezaevinin bulunduğu Kırıkkale Keskin’e kadar götürdü.
40 dakikalık görüşü dakika dakika anlatan Hatice öğretmen, “Bu süre zarfında sürekli onu güldürmeye ve mutlu etmeye çalıştım” diyerek şunları söylüyor:
“Hep, ‘Neden geldin?’ diye soruyordu. Bırak artık sormayı, çek bir sandalye de oturayım, dedim. Şakaya vurdum. Artık bundan sonra bana hizmet edeceksin, halimi görüyorsun, dedim. ’25 yıl verdiler Hatice, nasıl hizmet edeyim?’ dedi. Çıkar onu aklından, ne 25 yılı, Hatice’den kurtuldum diye düşünme, altı ay, bilemedin bir yıl içinde evimizde hizmetime başlayacaksın, şimdiden kendini hazırlasan iyi olur, dedim.
Sürekli, ‘Benim yüzümden, benim yüzümden,’ diyordu.
‘Çok mu üst üste geldi Hatice?’ diye sordu.
Bir ara, ‘Biliyor musun Hatice, bir keresinde namazdan sonra dua ederken, Allahım, bu zulüm bitecekse gerekirse evlatlarımı al, çocuklarım buna paratoner olsun demiştim,’ sözleri döküldü ağzından. Sustu.”
‘NE OLDUYSA ALLAH ÖYLE İSTEDİĞİ İÇİN OLDU’
Cezaevindeki görüş odasındaki bu kısa suskunluğu fırsat bilen Hatice öğretmen araya girmiş hemen:
“Ben konuşmaya başladım: Bak, Enes. Buraya gelmeden önce ablam Hazreti Yusuf ile ilgili bir yazı gönderdi. Yusuf aleyhisselam bir gün aynanın karşısına geçip kendi kendine, ‘Ne kadar güzelim, köle pazarında satılsam paha biçilemez herhalde’ diyor. Biliyorsun, sonra hiç paraya gitmiş. Netice böyle olmuş. Unutma, her ne olduysa, başımıza her ne geldiyse Allah istediği için öyle oldu. Kendini sorgulama, evlatlarımızın vadesi gelmiş, ömürleri buraya kadarmış… Bak, ben buradayım, ecel gelmediyse bir şekilde hayatta kalıyorsun, koruyor… Kaza olduğunda fare deliği kadar yerden çıkardılar beni. Demek bu dünyada yapacak şeylerim varmış, hayattayım. Vazifem bitmemiş. Normal şartlarda çıkamamam lazımdı. Şimdi senin burada olman gerekiyormuş, buradaki vazifen tamamlanırsa sen de çıkacaksın. Biliyorum, az kaldı. İbadetlerini yap, bol bol dua et kaybettiklerimize…”
“Ben o arabadan bu kadar az hasarla çıktım, derler ya, verilmiş sadakamız varmış…” deyince, kardeşim kasvetli havayı biraz olsun dağıtmak istedi. “Öyle abla, verdiğimiz bütün sadakalar ablama yaradı” dedi.
“Eşimin gözünün ucunda bir gözyaşı duruyordu. Aktı, akacak… Ne desem ağlayacak. İzin vermedim o gözyaşının akmasına, yüzüne süzülmesine… Onu ağlatmayacak şeyler söyledim. Herkesin onu merak ettiğini, çok düşündüğünü, çok dua ettiğini söyledim. O 40 dakika, o halet-i ruhiye ile geçti.”
YAPILACAKLAR LİSTESİYLE CEZAEVİNDEN AYRILDI
Hatice öğretmen konuşurken eşinin yine daldığını fark etmiş. Daha önceki görüşlerde “Kurban kesin” dediğini hatırlamış. “Araya kaza girdi, kısa zamanda halledeceğim” demiş. Enes Öğretmen de yalnız başına kalan eşini cezaevine, hastaneye getirip götürecek birilerinin kalmadığından dert yanmış. “Hallederiz” demiş Hatice öğretmen. Kendisi cezaevinde hücrede kalsa da aklı hep eşindeymiş. “Güvenlikli bir araba alın, kardeşin ehliyet alsın” demiş eşi.
Oysa bazen güvenlikli arabanın da faydası olmuyor. Aileyi sevdiklerinden ayıran kazada darbe üstten gelmiş ve hava yastıkları açılmamış bile…
‘KAYBETTİĞİM KIZLARIMIN MEZARINI BİLE ZİYARET EDEMEDİM’
Hatice Civelek, “Eşim ne kadar, neden geldin diye kızsa da onu ziyaret edebilmek için bütün şartları zorladım” diyor:
“Kazadan sonra evime çok yakın olmasına rağmen kızlarımızın mezarını ziyaretine gidemedim. Balkona dahi çıkamıyorum. Hastane haricinde hiç dışarıya adım atamıyorum. Cezaevine eşimi ziyarete bütün şartlarımı zorlayarak gittim. Çünkü eşimin bana ihtiyacı olduğunu düşündüm. Kazadan sonra iki kere açık görüş olmuştu. İlkinde hava muhalefetinden dolayı kimse gidemedi. Her yer kar kıştı. Bu sefer de sadece kız kardeşimi göndermeye gönlüm razı olmadı. Her şeyi göze aldım, bütün imkanları zorladım. Babamın bir arkadaşından rica ettim, sağ olsun bizi Düzce’den Kırıkkale Keskin Cezaevi’ne götürdü, getirdi.”
KAZADAN ÖNCE DE SADECE 3 KEZ AÇIK GÖRÜŞE GİREBİLDİ
Kazadan önce de zaten 3 kez açık görüşe girebilmiş Hatice öğretmen. Bütün aile toplanıp gidiyormuş. O ise, “Acaba beni de alırlar mı, çocuklarım yalnız ve kimsesiz kalırlar mı” diye görüşe girmeye çekinmiş. Sonra bütün cesaretini toplayıp kendi kendini teskin etmiş: “Alacaklarsa da alsınlar, en azından eşimi görüp ondan sonra cezaevine girerim.” Tam gidip gelmeye başlamışken üçüncü görüşten dönerken kaza olmuş.
Bir Cuma günü… 7 Aralık 2018 Cuma…
Hatice öğretmen anlatıyor:
“Sabah erkenden kalktım. Babam imam olduğu için oturduğumuz lojmandan namaza kıldırmak için camiye gitti. Ben de evde namazımı kıldım, çocukları uyandırdım. Yavrularım uykulu gözlerle ayakta zor duruyor. Önce büyüğü arka koltuğa yatırdım, onun yanına küçüğü… Arabanın içinde babamın gelmesini bekliyoruz.”
SON YEMEKLERİ CEZAEVİ KANTİNİNDEN ALDIKLARI TOST
Gecenin karanlığında yola koyuldular. Keskin’e vardıklarında saat 10.30’du. Görüşe girmeden önce kantine cezaevi kantinine uğradılar. Birer tost, birer de çay sipariş ettiler. “Yavrularımın son sabah kahvaltısı da, öğlen yemeği de o cezaevi tostları oldu” diyor Hatice öğretmen o günü anlatırken.
Görüşte ise eşinin daha çok annesiyle konuştuğunu, sürekli, “Ne zahmet ettin anneciğim” dediğini aktaran Hatice öğretmen o anları şöyle anlatıyor:
“Annesi de ‘Aklım sende kaldı oğlum, ben bir ayı nasıl yaptım biliyor musun’ dedi. Bir yandan anne oğulun konuşmasını izliyor, bir yandan da ‘O da özlüyor, o da anne. Ben haftada bir telefonla da görüşüyorum, bırakayım hasret gidersinler’ dedim.
KEK ÜSTÜNE GOFRETLE İKİNCİ DOĞUM GÜNÜ
Ama çocuklar durur mu, sürekli babasıyla oynamak istiyorlar. 9 Kasım eşimin doğum günüydü o gün kekin üstüne cips koyarak hayali bir doğum günü pastası yapmışlar, babalarının doğum gününü kutlamışlardı. 7 Aralık’taki son görüşmemizde, ‘Baba bugün de doğum günü pastası yaptık’ dediler. Bu sefer de bu sefer kekin üstüne gofret koydular. Babalarına doğum günü partisi daha yaptılar görüş odasında.
‘BÜYÜK KIZIM HER ŞEYİN FARKINDAYDI’
Küçük kızı Betül’ün (4) aksine büyük kızı Naime’nin (9) olan bitenin daha çok farkında olduğunu ama babasını Kırıkkale’de çalışıyor bildiğini söyleyen Hatice öğretmen, “Hep ‘Ne zaman gelecek eve babam’ diye soruyordu” diyerek o günlere gidiyor:
Bir yandan da “Babam bizim için çok çalışıyor. Babam gelince çok paramız olacak, bana kedi bile alacak” diyordu. Kardeşine ve başka çocuklara da, “Babam bir gelsin sana şunu alacağım, bunu alacağım” diye sözler veriyordu.
Ama oyun da bir yere kadar. Özlüyordu babasını… “Ben kaç yaşına geldim, hala babam gelmedi” diyordu. Ağlıyordu… Küçük kızım ise babası gittiğinde çok küçüktü. Son günlerde ise, “Babam Kırıkkale’de kahverengi evde yaşıyor” diyordu evimize gelenlere. Çocuğum vefat ettiğinde 4 yaşında yoktu. Babasını tanımasına bile fırsatı olamadı. Ayda bir yarım saat görünce tanınmıyor baba. Büyükse sekiz buçuk yaşındaydı. Üçüncü sınıfa gidiyordu.”
O GÜN
Görüş günleri ziyaretçiler 11’de cezaevine alınmaya başlıyor. Onlar 12.40’ta biten buluşma için 11.40’ta görüşe alındılar. Öncesinde göz taraması, üst araması, kayıt yapıyorlar. İlk başlarda zor olmuş herkes için. İçerde ayrı bölmelerde büyükleri ayrı, küçükleri ayrı arama noktalarından geçiriyorlar. Küçük kızının sürekli ağladığını söyleyen Hatice Öğretmen, büyük kızının ise “Her seferinde kardeşimi ağlatıyorlar, bir gün döveceğim hepsini” diye kardeşine üzüldüğünü anlatıyor: “Çok büyük sıkıntılar yaşamadık ama bazen gardiyanlardan kraldan çok kralcılar oluyordu. Ama onlardan sevgisini esirgemeyenler, ‘Bu ay daha da büyümüşsün, daha da güzel olmuşsun’ diyerek çocukları sevenler, ilgilenenler oluyordu. Allah onlardan razı olsun. İnsan isteyince her yerde görevini yaparken insan da kalabiliyormuş.”
SON GÖRÜŞ GÜNÜ
Öğretmen Hatice Civelek 7 Aralık 2018’deki cezaevindeki son görüş anlarını ise şu sözlerle anlatıyor:
“Görüşme salonuna girince genellikle büyükler masalara oturur, çocuklar kapının önüne yığılır. Babalarının gelmesini beklerler. Kapı açılır, çocuklar koşar, babalarını bulan çocuklar ellerinden tutar ve büyüklerinin oturduğu masaya getirir. O gün de öyle oldu. Kızlarım babalarına koştular, masamıza getirdiler.
Eşim elinde küçük bir poşetle geldi. İçinde kek, gofret ve soğuk çay vardı. Babam takıldı, “Damat, kalitesiz çay almışsın” dedi. Ben bakınca, “Şaka yapıyorum kızım, damadımı arada bir görüyorum, şaka da mı yapmayayım” dedi.
Eşim Enes de Rize’yi, memleketini sordu. Kardeşlerimi sordu. Hiç görmediği yeğenini sordu. Eşim 5 Nisan’da cezaevine girmişti, 25 Nisan’da yeğeni doğmuştu.
Küçük kızım babasının kucağından hiç inmedi, sürekli “Şunu da yaptım, bunu da yaptım” diye anlatıyordu. Eşim sağlık sorunlarının da etkisiyle kiloludur, göbeklidir biraz. Betül de zayıftı ama biraz göbeği vardı. Babasına, “Baba bak, göbeğim var benimde” diyordu.
Eşim son görüşmemizde vedalaşırken babama, “Bana diyorsunuz ama baba siz de bayağı kilo almışsınız” dedi. Babam da “Farkındayım, vereceğim oğlum” diye güldü.
Çıkmaya hazırlanırken yan masadan bir genç kız büyük kızıma, “Süre doldu ama git diyene kadar gitmeyin, koşun babanıza bir daha sarılın” dedi. Naimem babasına sıkı sıkı sarıldı. Yan masadaki kız Betül’e “Koş sen de sarıl” dedi. Betülümün daha kelimeleri bile söyleyemiyor, “Sayıldım ya” dedi.
Ben Betül’ü aldım, yan masadaki o kız Naime’yi tuttu getirdi. Çıktık dışarı. Hiçbir şey olacağı aklımızda bile yoktu. Hiç oyalanmadan hemen yola koyulduk. Doğrudan arabaya bindik ve yola çıktık.”
KAZA VE ‘KADER’
O gün 12. 40 gibi 2008 model bir Hundai Accent ile yola çıktı Hatice Civelek, iki kızı, babası ve kayınvalidesi. Bir saat sonra araba Ankara’da bir yerde durdu, babası “Namaz kılalım, öyle devam edelim” dedi. Fakat Hatice öğretmen babasına, “Daha temiz ve derli toplu bir yerde duralım, biz de rahatça abdest alıp namazımızı kılalım” dedi. Yine yola çıktılar. 10-15 dakika geçmemişti ki kaza meydana geldi.
Hatice öğretmen o unutulmaz dakikaları aktarıyor:
“Durmaya niyetlendiğimiz fakat uygun görmediğimiz için hemen ayrıldığımız mola yerinden hareket edince babamın dikiz aynasında bir ışık fark ettim. Kafamı çevirdim, selektör yakıyordu. Bu adam ne yapıyor dememe kalmadan, babam da gördü ve direksiyonu biraz sağa kırdı. Fazla kırmış… Yan taraf topraktı, yolun kenarına kaydık. Ondan sonrasını hatırlamıyorum, dereye yuvarlanmışız. Takla atınca darbe arabanın üzerine olduğu için hava yastıkları da açılmamış.
‘ÇOCUKLARIMA SESLENDİM’
Kendime geldiğimde başımıza insanların toplandığını gördüm. “Kadın ölmüş, öndekini kurtaralım” diye bir ses duydum. Nefes alamıyordum. Emniyet kemeri iyice sıkmıştı, ölüyordum adeta. Arabanın etrafında koşan insanlara “yardım edin” diye seslendim. “Ne yapalım abla” dedi bir genç. “Emniyet kemerini kesin” dedim. Çocuk bir meyve bıçağı gibi bir şey buldu, denedi yapamadı. Sakin olmaya çalışıyordum. Ayaklarımı oynatabiliyordum, sırtımı biraz daha geriye dayadım, elimi emniyet kemerine soktum ve gevşettim biraz.
İtfaiyeyi beklemeye başladık. Arabadan hiç ses gelmiyordu. “Naime” diye seslendim, ses yoktu. “Betül” dedim, ses yoktu. Kimseden ses gelmiyordu. Kayınvalidemin öldüğünü çevredekiler söylediler, ilginçtir, babam aklıma bile gelmemişti. Dönüp bakamadım. Oysa o da ölmüştü. Babamı çok severdim. Hep, “Bir gün babamı kaybedersem aklımı kaybederim” diye düşünürdüm. Babam yanı başımda sessizce can vermişti. Hiç bakmamışım. “Naime, Betül” diye sesleniyordum.
Ambulans geldi, beni bindirdiler. Hemşireler, “kimse ölmedi” dedi. “Benim her şeyi bilmeyi hakkım var, benden saklamayın” dedim. Çocuklarım, annem onların hastanede ihtiyaçları olur dedim, arabada kaç kişi olduğunu söyledim.
Bindirdikleri ambulanstan beni indirdiler, Betül’ü bindirdiler, gitti. İkinci ambulansı bekledik. Bu sefer Naime’yi bindirdiler. Üçüncü ambulansla gidebildim ben. Hemşirelerin yardımıyla annemlerle irtibat kurduk. “Kaza yaptık, Enes’in annesi öldü, kayınıma haber verin. Hastaneye gelin, çocuklarımı bulun” diyebildim.
Hastaneye vardık, çocuklarımı soruyorum hep…
‘SÖYLEYİN BANA KİMLER ÖLDÜ’
Bir astsubay geldi Ankara Numune Hastanesi’nde bulunduğum acil servise. Kendini tanıttı. İfademi alması gerektiğini söyledi. “En yakında siz vardınız o yüzden önce size geldim” dedi.
Benim ifademi alıyor ya, bin yandan ifade veriyorum, bir yandan da dosyanın arkasındaki yazıyı okuyorum. Babamın ve kayınvalidemin ismi yazıyor, öldükleri belirtiliyor. Astsubay dosyayı katlayınca, daha önceki tutanak arkada kalmış. Gözlerim çok keskindir, özellikle uzağı iyi görürüm.
İfadem bitince, “Söyleyin bana kimler öldü” dedim. Bir şey söylemeyince, “Ben dosyanın arkasında okudum, biliyorum her şeyi, babam ve kayınvalidem öldü, çocuklarım yaşıyor mu” dedim.
KOMUTAN BİLE AĞLADI…
Astsubay bir şey söylemeden dışarı çıktı. Meğer dışarda oturup ağlamış, “Ben nasıl böyle bir hata yapabildim” diye. Geri gelmedi.
Telefonla avukatı aramalarını söyledim. Amacım bir şeyler soracağım, bu arada kimler öldü ailemden onları öğreneceğim. Avukat bir şey söylemedi, “Kaza oldu, eşim bütün cenazelere katılsın” dedim. “Annesi ve küçük kızı vefat etti” dedim. Bir şey söylemeyince kızımın öldüğünü anladım
‘ALLAH VERDİ, ALLAH ALDI…’
Kazanın olduğunu öğrenince ailem hastaneye gelmişti. Yanımda önce sadece kardeşim vardı. Daha sonra annemler ve bütün sülale de hastaneye gelince, anladım ki Naime de gitti. Ablamın görümcesine sordum. “Naime de öldü mü?” dedim. Sadece kafasını salladı.
En kötü olaylar karşısında bile soğukkanlıyımdır. Düzce’de 12 Kasım depremi olmuştu biliyorsunuz. Eve battaniye vs. almaya hep ben girerdim. Korkmazdım, panik yapmazdım.
Allah kimseye kaldıramayacağı yük vermiyor. Tek düşündüğüm olanları Enes’e nasıl söyleyecekler, o ne tepki verecek konusundaydı. “Cenaze namazlarını Enes kıldırsın” dedim.
Kardeşlerim de babasız kalmıştı, kendimi düşünecek durumda değildim.
6 gün boyunca hastanede kaldım, sırtımdan ameliyat oldum. Vida taktılar. Bu arada cuma günü kaza oldu, cumartesi günü cenazeler kalktı. Ablamın görümcesi benimle kaldı, diğer herkes cenazeye gitti.
İKİ KIZI AYNI MEZARDA TOPRAĞA EMANET EDİLDİ
Eşime izin çıktı cenaze için. Babam ve kızlarım Düzce’ye, kayınvalidem Rize’ye defnedildi.
Eşim, çocuklarımın babası iyi yavrusunu kendi elleriyle aynı mezara yan yana koymuş. Ben öyle istemiştim. “İkisini aynı mezara koyun, yan yana toprağa verin” demiştim. Rize’ye annesinin cenazesi için gitmeden önce. Kısa süreliğine bana uğramıştı.
Sonra bana geldiler. Yanımda başka yatanlar da vardı eşim geldiğinde. Enes’le birlikte yatıp tahliye olan koğuş arkadaşları vardı. 7-8 asker, akrabalarım… Altı yedi kişilik odada eşimle görüşebildim. İnsanları da rahatsız ettik belki, haklarını helal etsinler.
Eşim çok ağlıyordu. Üç sakinleştirici iğne vurmuşlardı ama yine de kendinde değildi. Gözyaşları dinmiyordu.”
EVDE ANILARIYLA YAŞIYOR
Hatice Civelek şimdi Düzce’de annesi ve kızkardeşi ile başına yaşıyor.
1999 depreminde şehir merkezinde ağır hasar gören ahşap evlerinin yerine annesine verilen mütevazi bir deprem konutunda hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Bu konutlarda oturan birçok aile bu evlere tadilat yaptırsa da hala o korkunç depremin izlerine rastlamak mümkün.
Evler ailesine teslim edildiğinde yerde halıfleks vardı, şimdi parke. Ahşap olan pencereler de zorunluluktan değiştirilmiş. Tavanda avize yerine sadece bir simit floresan lamba dikkati çekiyor. Hatice öğretmen, hasta yatağının olduğu odanın bir bölümü hatıra köşesi olarak ayırmış, kaybettiklerinin fotoğrafları ile donatmış. Diğer köşedeki küçük bir televizyon ise dünya ile irtibatı sağlıyor.
KAZADAN SONRA CÜZDANI VE TELEFONU ÇALINMIŞ
Sevdiklerini kaybettiği kazada kendisi de ağır yara aldı. Kaburgası ve omuriliğinde kırıklar oluştu. Platin vidalar var hala sırtında. Bu platinlerin kaynaması için bu süre zarfında korse takma zorunluluğu doğmuş. Dolayısıyla tam eğilip kalkamıyor her yere oturamıyor. Görece yüksek hasta yatağına ancak oturup kalkabildiğini, normal koltuk ve kanepeye oturamadığından söz ediyor. Kaza esnasında kol çantası ile birlikte cüzdan ve telefonunun çalındığını söylüyor. En çok da cüzdanında kızlarının çıkan ilk dişlerinin ve telefonda kızlarının her fırsatta çektiği fotoğraf ve videoların kaybolmasına üzülüyor.
Kaybettiği kızları Naime ve Betül’ün çok zeki olduğunu anlatıyor. Büyük kızının hiçbir yardım almadan, oyuncaklarının resmini yapabildiğini, ona ressam olması için telkinde bulunduğunu hatırlıyor.
İki kızı da şimdi sadece hatıralarında kaldı. Onlarla bir daha görüşmenin öbür dünyaya kaldığını söylüyor Hatice Öğretmen. “Babamla da…” diyor. İki kızı hemencecik yanı başında can veren Hatice Öğretmen, yaşadığı acını büyüklüğüne rağmen, sabrını ve metaneti korumaya çalışıyor.
Mustafa Arda Duru
post hakkında tartışma